9 Temmuz 2012 Pazartesi

DİKMEN YILDIZI (1962)

Senaryo ve Yönetmen: Asaf Tengiz, Kamera: Hayrettin Işık, Yapım: Nil Film/Seyit Borteçin 

Oyuncular: Türkan Şoray (Yıldız), Önder Somer (Murat), Salih Tozan, Mümtaz Ener, Özer San, Fehmi Tengiz, Reha Kıral, Güler Ersoy

Konu: Yıldız, İzmir'in tanınmış ailelerinden birinin kızıdır. Murat adlı bir hava yüzbaşısı ile sevişmektedir. Zaman, İstiklâl Savaşı'nm bunalımlı yıllarıdır.. Kendi çapında savaşa katılıp belirli yararlıklar da gösteren ve sonunda kendisini Ankara'da bulan Yıldız, orada «Dikmen Yıldızı» diye anılır.

Vatanseverliği oranında aşırı bir hassaslığa sahip bulunan Yıldız, birgün kendini kapkaranlık bir dünya içinde buluyor: Muratla gizli bir aşk gecesi yaşadığı, ondan gebe kaldığı inancına varır. Onu bu inanca götüren sarsıntı, Murat'ın birden kayıplara karışması, ne olduğu bilinmemesidir. Genç kız, bu inançla birgün, kucağında bebeği bulunduğu halde, Ankara savcısına başvurarak korkunç bir açıklamada bulunur. Buna göre: Kendisini akrabalarından Nedim'le evlendirmek isteyen babası, aile doktorları, emektar adamlarından Süleyman Çavuş bir araya gelmiş sevgilisi Murat'ı ve ikiz çocuklarından birisini boğup kayalardan aşağı atmışlardır. Şimdi katiller, elinde kalan bu çocuğunun da peşindedirler.

Savcı, bu korkunç ihbar karşısında harekete geçmek üzere iken, Yıldız'ın babası Kâmil Beyle doktoru karşısında bulur. Dertli baba savcıya durumu anlatır. Kızı Yıldız'ın ona anlattıklarından sadece Murat adlı gencin var olduğu bir gerçektir. Ancak bu genç birgün ansızın ortadan kaybolmuş ve cepheden kendisinin şehit olduğuna dair bir haber alınmıştır. Bu haber kızda korkunç bir şok yaratmış ve kısa zamanda zavallıyı bir sabit fikir hastası yapmıştır. Bu sabit fikre göre Murat cephede ölmemiş, onu babası Kâmil Bey ve yardımcıları öldürmüşlerdir. Kâmil Bey savcıyı inandırmak için, onunla birlikte, yan odada bulunan Yıldızın yanma geçer Yıldız, babası ile doktoru görünce savcıya: «Bakınız bu çocuğumu da boğmaya geldiler» diye haykırır Doktorun ve babasının işaretiyle, genç kızın kucağındaki nesnenin yüzünü açan savcı, bunun bir taşbebek olduğunu görerek durumu kavrar.


Şimdi, savcı da dahil, bütün tanıdıklar bu zavallı genç kızı tedavi için elbirliği etmişlerdir. İlk iş olarak Yıldız'ı Ankara'dan ve Dikmenden ayırma yoluna başvurulur. Genç kızın yanma vefalı bazı dostlar katarak onu Çankırı, İnebolu dolaylarına geziye yollarlar. Bu arada savcı, usulünce yazdığı mektuplarla, Yıldıza, sevgilisi Murat'ın babası, yakınları tarafından boğulmadığını, cephede şehit olduğunu telkin eder. Genç kız yavaş yavaş bu telkinlere inanır. Çevresindeki şehit yavrularına kendisini adayarak sağlığını yeniden kazanır.

 
Bu arada Yıldız'm yanma katılmış bulunan gruptan bir adam ki Murat'ın babasıdır ve Yıldız ona hep «Beybaba» demektedir. Ona, artık tamamen iyileştiğini, bundan dolayı gerekli bir açıklama yapacağını söyler. Bu açıklamaya göre, Murat cephede şehit olmamış, gizli bir görevle düşman safları arkasına yollanmıştır; ne var ki bundan sonra da ondan gerçekten bir haber alınamamıştır.

Ankaraya dönen Yıldız ve arkadaşları, kısa bir süre sonra «Büyük Taarruzsun başlayıp hızla gelişmesinin sevinci ve coşkunluğu içinde -ordunun ardından- İzmir'e doğru yollanırlar. Bu yolculukta Beybaba'nm oğlunu, Yıldızın sevgilisini bulma ümitleri en büyük rolü oynamaktadır.

Yanmış yakılmış, fakat düşmandan kurtarılmış İzmire varırlar. Beybaba, oğluna görevi veren en büyük makama «Başkumandan»a gidip Murat'ın ölü mü sağmı olduğunu sorar. Başkumandan ona kesin ve belirli "bir cevap vermez; ertesi gün Dikmen Yıldızı'm da alıp gelmesini söyler. Bu tutum, ikisini de kötümserliğe düşürür. Ertesi gün yaşlı adamla genç kız yeniden «Paşa» nın huzuruna çıkarlar. Paşa, genç kıza, metin olmasını söyleyip Murat'ın bu sefer gerçekten öldüğünü bildirir ve «Ondan kalan şeyler,» diyerek kendisine bir paket uzatır.

Yıldız, metin olmaya çalışa-rak, paketi alır; fakat titre-yen ellerinden düşen paket bir anda açılır. Beybaba'nm ve genç kızın şaşkınlık sevinçleri içinde ortaya, artık binbaşılığa yükselmiş bulunan Murat'la Dikmen Yıldızı'nın nikâh-düğün davetiyeleri dağılır. Onlara güzel bir sürpriz yapan «Başkumandan», Muratm bitişik odada beklemekte olduğunu bildirmesi üzerine Yıldızla yaşlı adam ölesiye bir mutlulukla yan odaya, Murat'ın yanına koşarlar. (http://www.muhakeme.net/sandik1/dikmen-yildizi-roman-ozeti/)


Toker Yayınlarından 1974 yılında çıkan romanın 258-260 ıncı sayfalarından bir alıntı

SON HABERiN KAPI EŞİĞİNDE

 
 Sokak kapısından çıkarken Yıldıza sezdirme-den bir durdu, tekrar genç kızın endamına bakakaldı. Koyu kahve renkli eşarbın altındaki baş bir şaheserdi. Venüs, Domilo denilen kasabada, davlumbaz kalçalı, damızlık ve kasaplık ineğin - Yıldız dururken - ne diye güzel sanatlar tarihinin başına geçip oturduğuna kızdı. Kendi kendine acaba, dedi; ben mi yanlış düşünüyorum, Venüs güzelliğin ifadesi olmamalı, onun şöhreti mutlaka bilinmiyen san'atkarının kalem ve çekiç kudretini gösterdiği içindir. Yoksa Venüsün güzellik yönünden hamur işine düşkün, zengin konakların süt ninesinden hiç farkı yoktur. Apollon da öyle değil mi? Birisi kadın çirkinliğinin, öteki dumura uğramış erkek yumrucaklığının timsali. Sanki ne?Onu desen çekiç ve kalemde kudret var, fakat neye yarar ki adeleli ve kuvveti görünsün diye her tarafı yumru yumru ... Bir kollar var ki güya bozuk topraktan alınmış bir sepet yer elmasını ipe dizmişler, yamrı yumru bir sev olmuş, adına Apollonun kolları demişler. Demek oluyor ki geçmişte güzel sanatların işçilik tarafı almış yürümüş. Fakat güzellik ve zevk tarafı kabalığa boğulmuş. işte Venüs! İşte Apollon! Hele bilhassa işte parmak parmak kaslı, püskürme et benli, sağ memesi sol omuzunda, sol memesi sağda olan (Heftipeyker) cadısı Kleopatra ... Zaten ona da mantosundan, miğferinden ve fiyakalı ayak sandallarından başka görülecek bir şeyi olmıyan löp löp Antuvandan başkası nasip olmamış ya .. Şu efsane katakulli müellifleri, tarihçileri de ne garip insanlarmış.


Kleoda dehşetli bir yılan zehiri varmış da buluştuktan sonra aşıklarını onunla öldürürmüş. Yalan valahi l Ne zehir vardı, ne turunç şerbeti. Kleopatrayı öpmek, ona el uzatmak tenezzülünde bulunmak, bekôr evlerinin mamalarına benziyen kalın sesini işitmek, başlı başına zehirmiş ve bu rezaletle, çirkinllkle zehlrlenlrlermiş. Çirkin kadın şüphesiz güzeldir. Çirkin kadındaki o ince, o erlşilmez güzelliğln nüktelerlni, sırların sezmeli. Fakat. Fakat devanasının ebeslne benziyen şişman bir kadını öpmek Karaağaç mezbahasındaki çengele asılmış sığır budunu çiğ çiğ ısırmağa benzer.

- Bak şu profile ihtiyar miralay! Bak şu koyu kahverengi örtü ile sarılmış Yıldız'ın başına!

Sonra açık kahverengi tayyörün çizdiği süzme görüntüyü derin derin seyretti. Yüksek ökçeli, kiremit rengi iskarpinler içinde kaybolan bal renkli bacaklarına daldı. Bir aşk hediyesl olmak için özenle kuyumcudan geçmiş sedef külçesini andıran ellerine baktı. Ve nihayet bastonuna dayana dayana hızlaştı; Yıldız'ın koluna girdi. Dayanamadı, Yıldız'ın kolunu kalbine bastırarak: "

- Kızım dedi. Kızım ben dünyanın en bahtiyar kayınbabasıyım.

- Çünkü Murad'ın babasısın.

- Hayır, sade onun değil, ikinizin de. Şimdi sen bir adım önümden giderken sana baktım, Muradı'ı hatırladım ve neler düşündüğümü ve neler hissettiğimi bilir misin?

- Söylersen bilirim Beybabam.

- Söyleyim de altmışından sonra san'at kritiğine yeltenen bu sakallı çocuğun samimi saçmalarına gül ... Amma bir bakıma da ben haklıyım. Aşil, arabasının yaylarına Ağamemnonu bağlayıp sürüklemiş. Ne kadar bayağı, alçakça gösteriş değil mi? Fakat Murat; uçağının kanatlarından bütün bir vatana hayat ve "feragat serpti ve şu anda bile arkasında, önünde ve etrafta dalgalanan şöhretini benimsiyen 
biz bile aramağa gidiyoruz, şu sağımızda oturan süslü itin laflarına dikkat et; Milli Mücadelede kaç santigram top güIlesi kaçırdığını kaç ton sesle bangır bangır ilan ediyor kerata! Sanki Mehmet Şehzadebaşı karakolunda göğsüne bir dizi süngü yemedi. Sanki Ahmet Sakarya'da ölmedi. Sanki Hasan Murat dağlarında kalmadı, sanki Hüseyin en mütevazı bir yokluğa, en kutsal sevgilerini, emellerini vakfetmedi ... Yalnız bu yaptı ve yalnız bunun, külüstür bir vapur güvertesinde ilan etmeğe hakkı vardır.


İzmir kızlarının kapandığı Aydın mağaraları dile gelse de Türkün bu son tarihine de karışmak istiyen bu canlı ve klasik alçakların ağızlarına kurşun akıtsa .... Kızımı Büyük milli hadiselerin ön saflarına daima şüpheli, arka saflarına daima şüphesiz bak ... Kargaşalıktan istifade etmesini bilen güven ve fazilet haydutları vardır ki birer Fantoma kurnazlığı ile o saflara sokulmasının yolunu bilir. Arka saflarda bu yoktur, oradakilere gösterilen güven ve faziletli kimse aşırmaz. Şu büyük Türk inkılabı tarihinde Türk neferi. Türk subayı, Türk havacısı o güven, fazilet ve feragat çelengini daima başında taşı-maktadır. Bak şu şıllığa, Şu karşımızda oturan boyalı yelloza bak Yıldız! Babası bir milletvekilinin dayısının mektep arkadaşıymış .. öyle demedi mi?

işte zavallı kontrol memuruna bunun için arsız arsız çıkışıyor. Sırf bu büyük sıfat için! Hal-buki sen dağ başlarında kaç kirli yanaklı çoban çocuğu öptün.

işte kızımı Sana baktım Murad'ı hatırladım da neler düşündüm ve nelere hükümler verdim ...

- Fakat hala o neleri öğrenemedim.

- Sinirlendim de sözümü şaşırdım.

Dedi ve Apollon‟ları, Kleopatra‟ları, Venüs‟leri anlattı. Yıldız gülerek, yavaşça mırıldandı:

- Beybabam, o kadar heyecanlı, sözlü bir edebiyat yapıyorsun ki .. Kaleme de el uzatsan kuvvetli bir hiciv ustası olacaksın.

- Amma doğru değil mi? Ben seni gördükten sonra davlumbaz kalçalı Venüse, ipopotam Kleopatra‟ya bakar mıyım? Murat dururken ne Makedonya‟nın kik burun iskenderi. ne Homer‟in Hektor‟u yoktur. Bütün bunları şu prensipte toplayabiliriz: Türk güzeldir ve Türk kuvvetlidir.


Hiç yorum yok: