10 Temmuz 2012 Salı

Bekir YILDIZ


(3 Mart 1933—8 Ağustos 1998)

Şanlıurfa‟da doğan Bekir Yıldız‟ın, çocukluğu Kastamonu, Gaziantep ve Adana'da geçti. İlkokuldan sonra Mersin'de başladığı Sanat Enstitüsü öğrenimini İstanbul'da tamamladı (1951) ve ardından İstanbul Matbaacılık Okulu'nun dizgi bölümünü bitirdi (1955). Dizgi operatörlüğü yaptı. İşçi olarak Almanya'ya gitti; fabrikalarda meydancı, monitör ve matbaalarda mürettip, operatör olarak çalıştı (1962-66). İstanbul'a döndüğünde Almanya'dan getirdiği baskı makinesi ile Asya Matbaası'nı kurdu. Bilahare bu matbaayı da kapatarak sadece yazarlıkla uğraşan Bekir Yıldız, 8 Ağustos 1998'de İstanbul'da öldü. Sanat hayatına, 1951'de Tomurcuk dergisinde yayımlanan bir öyküsüyle başlayan Bekir Yıldız, Kaçakçı Şahan'la 1971 Sait Faik Armağanı'nı kazandı.

Tüm Eserleri
Beyaz Türkü 1973, Demir Bebek 1977, Alman Ekmeği 1974, Harran (1972), Evlilik Şirketi, Kara Vagon 1968, Kör Güvercin, Mahşerin İnsanları, Ölümsüz Kavak, Reşo Ağa, Şahinler Vadisi, Kaçakçı Şahan, Ve Zalim ve İnanmış ve Kerbela, Yargılayan Zaman, İçinden Konuşmalar, Bozkır Gelini, Aile Savaşları, Sahipsizler 1971, Halkalı Köle (1980), Darbe, Dünyadan Bir Atlı Geçti (1975), Siyaset, Kerbela, Arılar Ordusu, Beyaz Türkü (1973), Demir Bebek (1977), Evlilik Şirketi 1972, Harran, Kara Vagon, Kör Güvercin, Mahşerin İnsanları 1982, Ölümsüz Kavak, Reşo Ağa 1968, Şahinler Vadisi, Kaçakçı Şahan 1970, Ve Zalim Ve İnanmış Ve Kerbela, Yargılayan Zaman İçinden Konuşmalar, Yaman Göç, Bozkır Gelini, Seçilmiş Öyküler 1989, İnsan Posası 1976, Çark

BEKİR YILDIZ'I OKURKEN
“Güneydoğulu olmam, oraları yazmak için yeterli bir sebep olmasa gerek. Berlin'i tanımasaydım, Harran‟ı yazamazdım belki de. Hem bölgeler, ülkeler arasındaki ayrımı görmek, bilmek, değerlendirmek de yetmez hu işe. Önemli bir gerçek daha var günümüz sanatçısı için: Yeşermemiş umutların, yaşanmamış sevgilerin, verilmemiş hakları alacaklıları yanında olmak. Hele hele haksızlığın 'mürur zamana' uğratılamayacağına inandığımız bir çağda yaşıyorsak.”


Öykülerinin içeriğine ilişkin bir soruya bu sözlerle karşılık veriyor Bekir Yıldız.

Gerçekten de Türkiye‟nin Güneydoğusundan Almanya'ya uzanan bir yaşamın ürünleridir onun öyküleri. Çok iyi tanıdığı iki ayrı dünyanın, acımasızlıkta, insanı insanlıktan çıkarmada birleşen iki ayrı değer sisteminin sözcüklerin dünyasına yansımasıdır. Öykülerinin tanığı yaşamıdır, Bekir Yıldız'ın ta kendisidir. Ama yansız, gördüklerini olduğu gibi kendinden hiçbir şey katmadan anlatan bir tanık değildir o. İnsandan, onun insanca yaşanmasından yana olan, insanın ezilmesine, sömürülmesine karşı çıkan bir tanıktır.

Yaşam öyküsüne bakıldığında Bekir Yıldız‟ın kendi kendisini var ettiği görülür. Yoksulluk içinde geçen, oradan oraya savrulan bir çocukluk, değişik sanat okullarında sürdürülerek tamamlanmak istenen bir meslek Öğrenimi ve çalışmak zorunda kalış... Elbette fabrikalarda, atölyelerde işçi olarak... Sonra ilk gençlik aşkı, ilk öyküler...

Ama işçilik de, öykücülük de karın doyurmaz.. Eldeki diplomaysa yetersizdir. Son bir atılımla Matbaacılık Okulu'nu bitirir Bekir Yıldız, dizgi operatörü olur. Yine çarkın içindedir. Ufalanmamak için çırpınır. Ama çark onun gibileri, emeğini satarak yaşamaya çalışanları öğütecek biçimde ayarlanmıştır. O yıllarda açılan yeni bir ekmek kapısına atar kendini, işçi olarak Almanya'ya gider. Daha ince ayarlanmış bir çarkın kurbanları arasına katılır böylece.


Bu sürecin sonunda, ilk öyküsünün yayımlanışından on beş yıl sonra, yurda dönüşünde Almanya gözlemlerini romanlaştırdığı Türkler Almanya'da (1966) adlı kitabıyla tanırız Bekir Yıldız'ı. Aslında tanımak da denmez buna. Almanya konusunu ele alan ilk kitap olmasına karşın ilgi görmez romanı. Ardından Güneydoğu öyküleri sökün eder' ve bir bomba gibi düşer Babıâli‟nin göbeğine.



Bekir Yıldız'ın öykü kitaplarının ilk kez yayımlandığı ve ardı ardına yeni baskılarının yapıldığı o yılları düşündüğümde, gördüğü ilginin salt bilinmeyen bir yöreyi anlatmasından kaynaklandığını sanmıyorum. Genel bir  derlendirmeyle Bekir Yıldız, bilinmeyen bir yöreyi, bu yörenin insanlarını, toplumsal ilişkilerini,' törelerini, acı ve sarsıcı olayları yalın, akıcı bir dil kullanarak gerçekçi bir anlatımla sergiliyordu.


İlk kez edebiyata konu olsa da bilinmeyen şeyler değildi anlattıkları. Ama yaklaşımı, anlatım biçimi farklıydı.


Nitekim öykülerinin gördüğü ilgi, başkalarının benzer öyküler yazmasına yol açtı. Tıpkı Ahmed Arif'in şiirlerinin çoğaltılması gibi, Bekir Yıldız'ın öyküleri de çoğaltıldı. Ama bu benzerler silinip gitti, Yeni, salt yeni olmanın ötesinde öz ve biçim olarak edebiyata bir şey eklemiyorsa kalıcı olamaz. Edebiyatın konusu, önünde sonunda insandır çünkü. Önemli olan da insanı ele alış, onun dünyasını anlatış biçimidir.


Bekir Yıldız, Türk aydınına bilmediği bir dünyanın kapılarını açtı, onları yabancısı oldukları insanların dünyasıyla tanıştırdı. Ama bunu, toplumcu edebiyatın kimi örneklerinde görüldüğü gibi bir söylevci, çözümler öneren bir kurtarıcı edasıyla yapmadı. Gerçeği, gerçekteki boyutlarıyla, anlattığı olayı yaşayan insanı ise onun dünyasının içinden yansıttı. Hep yenik düşen umarsız insanlardı bunlar. Ağaya, töreye, toplumsal ya da doğal koşullara boyun eğen insanlar. Ama gerçek buydu ve bu gerçek ancak üstüne gidilerek, insanı ezen, insanı insanlıktan çıkaran bir düzenin ürünü olduğu gösterilerek değiştirilebilirdi. (Kyn: Atilla ÖZKIRIMLI

Hiç yorum yok: