
“Memleketimin şoförleri! Bu eserimi sizin için ve içinde çalıştığınız cemiyet için yazdım. Fakat hepsini size ithaf ediyorum... Ben bu eserimde bir şoförün hayatını anlatırken, kuvvetle zannediyorum ki, cemiyetin muhtelif manzaralarını da birkaç çizgi ile göstermiş oluyorum. Bunun içindir ki (Bir Şoförün Gizli Defteri) yalnız sizin kitabınız değildir. Burada hemen her vaka bir hakikate temas eder. Yalnız ben onların yerlerini, isimlerini, zamanlarını değiştirdim. Maksadım şu rezili, bu faziletliyi, öteki doğruyu, beriki eğriyi teşhir etmek değil, sadece hayat hadiselerini, amillerini anonim şekle sokarak göstermektir.”
Bir Şoförün Gizli Defteri'in yayımlanış tarihi 1928 mi, 1930 mu? Bazı kaynaklar 1928 diyor. Ama Aka Gündüz önsözüne 1930 tarihini atmış. Bu eser, otomobilin toplumsal hayatımıza yeni yeni katıldığı dönemde geçer. Filmin senaryo sunu yazan ve aynı zaman rejisini yapan usta yönetmen Atıf Yılmaz, Operatörü yanı bu günün deyişiyle görüntü yönetmenliğini Turgut Ören, yapmış, Duru Film adına sahibi olan Süreyya Duru da filmin yapımcılığını üstlenmiş, Filmin ilk çekimi 1958, 1967 yılında da ikinci çevirimi yapılacaktır.
Oyuncular: Eşref Kolçak (Şoför Erol) , Çolpan İlhan (Çiler), Nurhan Nur (Temiz), Nilüfer Sezer (Eftelya), Saime Bekbay (Mehtap) Ahmet Tarık Tekçe (Sıtkı), Kemal Ergüvenç (Şefik) Kadir Savun (Kazım), Eşref Vural (Baba Nuri), Faik Coşkun, Selahattin İçsel , Hikmet Serçe (Erol‟un Annesi), Araksi Hebo (genelev patronu),
Konu: Şoför Ali, mahalle komşusu paşa kızı Çileri sever, Paşa kızı Çiler ise evlilik yolu ile zengin çevreye girmek ister, bu yüzden kötü yola düşer ve Ali tarafından kur-tarılır. Fa-kat peşini bırakmayan yeni çevresinde ki kişi-ler tarafından vurulur.
►Her kalp bir çatlak vazodur. Ne kadar aşk doldurur-san doldur, bir gün gelir sıza sıza biter.” Merhum Kâmil Usta böyle dermiş. Ama Erol‟un kalbindeki ateş, belki birbirlerine kavuşamadıklarından aylar yıllar sonra bile „kabuk bağlamış bir yara halinde‟ devam eder…
Aka Gündüz memleketin şoförlerine ithaf ettiği‟ eseri için Ankara Şoförler Cemiyeti‟nin yardımını görmüş. Romandaki Kâmil Usta, Sina Cephesinde tifüsten ölmüş. Kitaptaki anne, oğlunun öldüğünden habersiz ve Erol‟un yardım olarak verdiği paraları o gönderdi sanıyor… Kahramanımızın babası bir emekli. Memurluk günlerinden tek farkı ceket yerine pijama giyiyor. Ütülü gömleği ve kravatı yerli yerinde. Rakısını çeşmibülbül kadehi ile içiyor. Kardeşi Temiz, ismi gibi bir genç kız. Abisinin en iyi arkadaşı Kazım ile evleniyor… Çiler, Emekli bir generalin mağrur kızı.‟ Erol, uğruna adam bile öldürdüğü bu güzel kızı ancak, ölmeden biraz önce öpebiliyor; Harika bir Eftalya rolündeki Nilüfer Sezer; Kırk tarakta bezi olan celep Faik Coşkun; Aksaray'a gitmek isteyen yaşlı kadın rolündeki Zenne Necdet‟e benzeyen sanatçı; Kedisi için 50 kuruşluk artık et alan mahalleli; Sadettin Erbil'in seslendirdiği Baba Nuri; Gazanfer Özcan‟ın sesi ile Pire Mahmut; Muzaffer Akgün‟ün söylediği "Gidiyom Gidemiyom‟ (Hüseyin Çakır) türküsü... İşte bunlar bu karakterler filmde rol alan.
Aka Gündüz'ün bu romanı sinemalaşırken; aynı mahallede oturan yoksul şoför ile paşa kızı, şoförlükten yanında çalıştığı kişinin ortaklığına yükselen Ali ve lüks peşinde koşarken randevuevine düşen Çiler (randevuevinde Çilek) olur; bilinen (ve karşılaştırılan) kişilikleri, olayları ve şiddeti ile bir küçük insan ve kenar mahalle melodramıdır film.
Bir şoförün hayat hikayesini türlü facialarla “süsleyen” ve bir erken dönem arabeski olma unvanını hak eden bir hikayesi var romanın: Kahramanımız Aksaraylı Erol, dürüst, çalışkan, namuslu ve yardımsever bir şofördür. Karşı komşuları Ekrem Paşanın kızı Çiler’i sever. Sosyal durumlarının farklılığını bilir, ama yine de evlenmek ister Çiler’le. Elbette reddedilecek, üstelik böyle bir densizlik yaptığı için karakola bile çekilecektir. Küçümsen şoförlüğüdür. O da ticarete atılır ama Çiler’i evliliğe ikna edemez. Bu sırada askerlik gelip çatmış, Erol Milli Mücadele’ye katılmıştır. Savaşın en sıcak cephelerinde yine şoför olarak memleket hizmetindedir.
Erol cephede savaşa dursun, İstanbul’da yozlaşma almış yürümüş, Çiler babasının ölümünden sonra semt değiştirip sosyeteye karışmıştır. Sosyete demek yozlaşma demektir... Nitekim Çiler, bu hayata ayak durmak için kısa zamanda “düşer”, erkeklerle para için düşüp kalkmaya başlar. “Paşa Kızı Çilek”tir artık adı. Erol da ilişki kurar onunla, kurtarmak ister, ama gururlu kadın bir kez daha red edecektir Erol’u.
'Şoför' Bu Vatanın Çocuğudur
Otomobliin ve sürücüsünün. Otomobil bizde izler bırakmış taşıt: Safiye Ayla'nın bir şarkısı var, Şişli'den otomobile bindiğini söylüyor... Sürücüsüne gelince, hele taksi sürücüsü söz konusuysa, boyuna yenilenen folklorün malzemesi. Şoför edebiyatı, şoför filmleri, minibüs müziği...
Bir Şoförün Gizli Defteri, sürücü Erol'un yakınmasıyla başlar: Canına yandığımın dünyası! Ölüsü tenekeli insanlar! Bir laf çıkarmışlar: Şoför milleti! Ama nereye gitsen bu laf!
Roman, serüvenden serüvene, derin bir aşka, kokaine, uyuşturucuya, yeni başkent Ankara'nın salonlarına, barlarına, İstanbul'un kıyı köşe semtlerine, meyhanelerine, kağşayan konaklarına dağılıp gider.
Şoför horlanan insandır. Şoför bıçkındır ama merttir. Şoför bu vatanın çocuğudur... Şoför, aşkı karşılıksız kalmaya mahkûm kişidir. Şoförün sevgisi geneleve düşmüş bir kadını bağrına basabilir. Şoför bir yalnızlık adamıdır..
Aka Gündüz önsözünde, Memleketimin şoförleri! diye seslenir. Bu eseri onlar için yazmıştır. Onların okuyacağından güvenç duyar. Gelgelelim bazı kaygıları vardır:
Bu sahifelerde belki sizi inciten satırlar göreceksiniz, hoşgörünüz, o satırların her kelimesi bir hakikat olduğu için feda edemedim. Siz halden anlayan insanlarsınız, insan başkasının suçlarını kendi suç-larının terazisiyle ölçer, doğru bulur.
Birkaç paragraf sonra taksi sürücüsünün hayatından bir sahneye yer verir. Çok sıcak yaz günü, 'devlet daireleri (bile) ceketsiz çalışmaya emir almışken', bir taksi durdurulur, 'şoföre irade' edilir: "Seni kerata seni! Niye ceketini çıkardın? Patla, giy ceketini! Ulan it! Niçin kasketini çıkardın? Tak başına o kenefi!
Aka Gündüz bu olaydan izdüşümlerle Bir Şoförün Gizli Defteri'ni 'koca bir memleketin alınteriyle çalışan yüzlerce evladı' için yazdığını belirtir.
1980 sonrasının zaptırapta alışlarından şoförler de nasiplenmişti. Küçük kırmızı bir kitapçık yayımlanmış; taksi sürücüsünün her gün traş olması, ceket giymesi, boyunbağı bağlaması, radyosunu, teybini 'ölçülü' açması, müşterisinin yanında sigara içmemesi istenmişti. Elli yılda değişen bir şey yoktu.
Aka Gündüz'ün Erol'u itiraz ediyor:
Onlar severse ilanı aşk olur da, biz seversek külhanbeylik. Onlar içer, adına aperatif derler; biz zıkkımlanırız, adımızı ayyaşa çıkarırlar. Onlar gırtlaklaşır, efendim bir şey değil, sinir aksesi! Biz iki tokatlık kavga ederiz, sabıkalı diye yaftayı yapıştırırlar...
Bir Şoförün Gizli Defteri'nin 1946'daki yeni basımını 1960'larda, tarih kitabımın içine gizleyerek oku-muştum. Tadı damağımda kalmıştır.
Dilinin duruluğu, anlatımının akıcılığı, hele şoför Erol'un kokainman Çiler'e dinmez tutkusu, Aka Gündüz'ün eserini yorgun düşürmemiş, yaşlandırmamış. Şöyle sayfalarında gezindikçe, geçmiş günler yazarlarının 'yerlilik' çabalarını bir kez daha hissettim.
Bir Şoförün Gizli Defteri bugünün okurunu hiç mi ilgilendirmez? (Selim İLERİ Radikal – 24.11.2006)
Selim İleri’nin bu kısa açıklamalarından sonra, film hakkında daha geniş bilgi sahibi olabilmemiz için bir de romanın özetine bir göz atalım.
Asıl kahramanımız Aksaraylı Erol, dürüst, çalışkan, namuslu ve yardımsever bir şofördür. Karşı komşuları Ekrem Paşanın kızı Çiler‟i sever. Sosyal durumlarının farklılığını bilir, ama yine de evlenmek ister Çiler‟le. Elbette reddedilecek, üstelik böyle bir densizlik yaptığı için karakola bile çekilecektir. Küçümsenen şoförlüğüdür. O da ticarete atılır; ama Çiler‟i evliliğe ikna edemez. Bu sırada askerlik gelip çatmış, Erol Millî Mücadele‟ye katılmıştır. Savaşın en sıcak cephelerinde yine şoför olarak memleket hizmetindedir.
Erol cephede savaşa dursun, İstanbul‟da yozlaşma almış yürümüş, Çiler babasının ölümün-den sonra semt değiştirip sosyeteye karışmıştır. Sosyete demek yozlaşma demektir. Nitekim Çiler, bu hayata ayak durmak için kısa zamanda “düşer”, erkeklerle para için düşüp kalkmaya başlar. “Paşa Kızı Çilek”tir artık adı. Erol da ilişki kurar onunla, kurtarmak ister, ama gu-rurlu kadın bir kez daha reddedecektir Erol‟u.
Olayların zincirleme ama kopuk kopuk aktığı hikâyede Çiler‟in durumu iyide iyiye ağırlaşır. Bir müşterisinden frengi kapar, parasız kalır. Borçlanır. Yine Erol çıkar sahneye. Çileri‟in tedavi masraflarını üstlenir, fişlenmekten kurtarıp Bursa‟ya götürür onu. Çiler‟e hastalık bulaştıran adamı da öldürür. Sonunda Erol ve Çiler evlenirler.
Ne var ki güzel günler uzun sürmeyecektir. Çiler, Erol‟u yine terk eder, çocuğunu düşürür, Avrupa‟da artistliğe başlar. Üstelik kokain de girmiştir hayatına. İşleri bozulup Ankara‟ya döndüğünde kaçınılmaz son gelip çatar. Erol, Çiler‟i öldürmeye kararlıdır. Ne var ki yaşa-dığı hayattan pişman kadın kendisini zehirler. Erol ise vurulup yaralanmıştır. Hastaneden kaçar, Aka Gündüz‟ün evinde saklanır. Roman, onun hatıralarını okuyan Aka Gündüz tarafından yazılacaktır.
Romanın ana fikri, bir insan ne kadar kötü durumda olursa olsun, ona hangi yakıştırmalar yapılırsa yapılsın, o insanın mutlaka temiz bir yanı vardır. hiçbir zaman kesin kanaatler de bulunmamalı, insanlara ön yargılı davranmamalıyız. Ayrıca aile içersinde meyda-na gelen her olay sadece o ailenin çözmesi gereken mesele değildir. Bu aynı zamanda toplumsal bir meseledir.
Yoksulluk, adaletsizlik, yağmacılık, fuhuş, toplumsal çürüme manzaraları:
Bu hikâyede toplumun mazlum, yoksul ve güçsüz insanlarını yerle bir eden daha birçok felaket yer alıyor. Aka Gündüz bir taraftan bu insanların başına gelenleri anlatırken diğer taraftan da döneminin sosyal ve ahlâki değerlerini eleştirmiştir. Özellikle İstanbul romanda ele alına başlıca şehirlerden biridir. İstanbul her anlamda yaşanan olumlu olumsuz bütün değişmelerle karşımıza çıkar. İstanbul için yapılan şu yorumlar dikkat çekicidir:
“İstanbul başka bir alemde. İstanbul‟da bir şey olmamış gibi her gün yeni bir siyasi fırka peyda oluyor. Ne kadar çok da diplomatımız varmış! Her teşekkül eden yeni fırka memleket süt limanlıkmış gibi hırlaşmaya başlıyor. Türkiye bütün iktidarını sıfıra kadar tüketmiş, fakat fırkalar iktidar mevkiine geçmek için akla gelmez entrikalar çeviriyorlar. Birtakım abuk sabuk Paşalar amelimanda koşu beygirleri halinde Sadaret yarışına çıkmışlar..... Sizden bir, bizden iki! Diye kabinelerde Nazırlık paylaşıyorlar. Başları akilli, sırtları İngiliz üniformalı Mekke Şerifleri açık faytonlarla Babıali‟ye girip çıkarak çalım satıyorlar. Tünel sokağındaki Hahamın koltuk meyhanesinde bile Filistin bandırası asılı. Fakat İstan-bul eğleniyor.
Ne var ki güzel günler uzun sürmeyecektir. Çiler, Erol‟u yine terk eder, çocuğunu düşürür, Avrupa‟da artistliğe başlar. Üstelik kokain de girmiştir hayatına. İşleri bozulup Ankara‟ya döndüğünde kaçınılmaz son gelip çatar. Erol, Çiler‟i öldürmeye kararlıdır. Ne var ki yaşa-dığı hayattan pişman kadın kendisini zehirler. Erol ise vurulup yaralanmıştır. Hastaneden kaçar, Aka Gündüz‟ün evinde saklanır. Roman, onun hatıralarını okuyan Aka Gündüz tarafından yazılacaktır.
Romanın ana fikri, bir insan ne kadar kötü durumda olursa olsun, ona hangi yakıştırmalar yapılırsa yapılsın, o insanın mutlaka temiz bir yanı vardır. hiçbir zaman kesin kanaatler de bulunmamalı, insanlara ön yargılı davranmamalıyız. Ayrıca aile içersinde meydana gelen her olay sadece o ailenin çözmesi gereken mesele değildir. Bu aynı zamanda toplumsal bir meseledir.
Yoksulluk, adaletsizlik, yağmacılık, fuhuş, toplumsal çürüme manzaraları:
Bu hikâyede toplumun mazlum, yoksul ve güçsüz insanlarını yerle bir eden daha birçok felaket yer alıyor. Aka Gündüz bir taraftan bu insanların başına gelenleri anlatırken diğer taraftan da döneminin sosyal ve ahlâki değerlerini eleştirmiştir. Özellikle İstanbul romanda ele alına başlıca şehirlerden biridir. İstanbul her anlamda yaşanan olumlu olumsuz bütün değişmelerle karşımıza çıkar. İstanbul için yapılan şu yorumlar dikkat çekicidir:
“İstanbul başka bir alemde. İstanbul‟da bir şey olmamış gibi her gün yeni bir siyasi fırka peyda oluyor. Ne kadar çok da diplomatımız varmış! Her teşekkül eden yeni fırka memleket süt limanlıkmış gibi hırlaşmaya başlıyor. Türkiye bütün iktidarını sıfıra kadar tüketmiş, fakat fırkalar iktidar mevkiine geçmek için akla gelmez entrikalar çeviriyorlar. Birtakım abuk sabuk Paşalar amelimanda koşu beygirleri halinde Sadaret yarışına çıkmış-lar..... Sizden bir, bizden iki! Diye kabinelerde Nazırlık paylaşıyorlar. Başları akilli, sırtları İngiliz üniformalı Mekke Şerifleri açık faytonlarla Babıali‟ye girip çıkarak çalım satıyorlar. Tünel sokağındaki Hahamın koltuk meyhanesinde bile Filistin bandırası asılı. Fakat İstanbul eğleniyor.
Hayır! Yanlış söyledim anneciğim! Hayır yalan söyledim babacığım Hayır inanma kız kardeşçiğim! İstanbul eğlenmiyor, İstanbul kan ağlıyor. İstanbul yerine Beyoğlu eğleniyor. diyen Aka Gündüz, Cumhuriyet öncesi dönemi diğer yazarlar gibi ahlâki düşkünlük üzerinden eleştirmektedir. Ne var ki savaştan sonra da değişmez durum. Yoksullar yine yoksul ve güçsüz, zenginler yine zengin ve acımasızdır. İnsan hayatlarını ayaklar altına alındığı bir toplumsal yapı sergiler Aka Gündüz.
İstanbul böyleyken Ankara‟daki gelişmeler de aktarılır. Evlendikten sonra Erol ve Çiler burada yaşamışlardı. “Ankara gittikçe bir alem oluyor. Eski perakendelik süratle siliniyor. Yerine toplu bir cemiyet geliyor. Medeniyet ve konfor fikri ilerliyor. İnşaat, inşaat, inşa-at... Şu kış ortasında bile hiç olmazsa malzeme idhar ediliyor. ” Fakat buradaki anlatımda dikkati çeken unsur, İstanbul karşımıza kötü bir manzara ile çıkarken Ankara gelişen, değişen ve modernleşen bir şehir olarak karşımıza çıkar.
Aka Gündüz, romanında fuhuş, düşmüş kadınlar, onların satıcıları ve ahlâki çöküş üzerinde çok durmuştur. Erol, şoförlük yaparken öyle olaylarla karşılaşır ki, romanı okurken hayretler içinde kalmamak imkansızdır. Çifte griler mi dersiniz, eşini adatan kadınlar mı dersiniz, sosyete karışayım derken ayağı kayan genç kızlar mı dersiniz, eşinden sıkılıp genç kızlarla gönül eğlendiren erkekler mi dersiniz... Hemen hemen her tabakada insanı bu romanda bulmak mümkün! Ama Erol fuhuşla mücadele edileceğine fuhuşa neden olan insanlıkla mücadele edilmesinden yanadır.
“Fuhuşla mücadele... Yuf olsun hepinize! Fuhuşla mücadeleden evvel insanlıkla mücadele ediniz. Fuhuş bu insanlığın eseridir. Eserlerine baksın, baksın da yerin dibine girsin! diyerek yazar fuhuşun insanlığın bir eseri olduğundan bahseder. Burada Erol‟un Çiler‟e olan aşkından ve ona olan sevgisinden kaynaklanan bir koruyuculuk ve Çiler‟in mutlaka temiz bir tarafının olduğunu kanıtlama isteği yatmaktadır. Zaten romanın ilerleyen bölümlerinde Erol, Çiler‟in temiz kalan bir yanının olduğuna inandığı için onu düştüğü bataktan kurtarmaya çalışacak hatta onunla evlenecektir. Çevreden gelen bütün dedikodulara kulağını tıkar ve Çiler‟i temiz bir aile kızı yapmaya karar verir. Bu kararı vermede sadece bu düşünceler yoktur. Erol her zaman Çiler‟i sevmiş ve onu ne kadar „düşmüş‟de olsa hiç unutmamıştır. İçinde Çiler‟e karşı her zaman iyi duygular beslemiştir. “Çiler mi dedim? Bu ağrı birdenbire şakaklarıma neden yapıştı? Çiler bir hastalık mıdır ki, derdemez başım sancıdı? Çiler ha, evet ben Temizin bebeğinden başka bir Çiler tanımamıştım. Kimdi o? Onu hiç hatırlamak istemiyorum. Onu onun beni tanımadığı gibi...
Fakat bana bir de mektup yazmışı. Ben o mektubu neden cüdanımın içnden çıkarıp atamıyorum, yakmıyorum? diyerek Erol, Çiler‟ olan duygularını hem açığa vurmakta hem de saklamaya çalışaktadır.
Romanda çk fazla yer almasa da Erol‟n içkonuşalarına da yer verilmişir. Bu iç konuşmalarda, Erol Çiğler‟ olan ilgisi,sevgisi,onu kurtarma isteği karşısında Erol‟n şaşkınlığını gömekteyiz. Bir taraftan Çiler‟ kurtarma isteğ yani aşı konuşrken diğr taraftan da kini onu yalnız bırakmamaktadır.
Erol‟n ölü hakkındaki görüşeri yine iç konuşma şeklinde verilmişir. Ona göre seven adam intihar etmez. İtihar aşın aczini göterir. İtihar eden kahraman değldir. Asıl kahramanlık Erol‟n yaptığıdır. O yaşmak istemektedir, çünkü daha çk sevmek içn daha çok yaşmak istemektedir. Hayatı istemektedir. Öü ona zorla gelmeli, ensesine çullanmak istememeli, Erol onunla pençleşeli, boğşalı, hangisi mağup olursa o önemlidir.
Çiler ve onun gibi düşen diğer kızların hali yürek yakıcıdır. Oradan oraya savrulmakta, efendileri olan kadınların emirleri altındadırlar. Çiler de „düşmüş ‟kadınlara en iyi örnektir. Önceden Paşa Kızı Çiler iken, şimdi Paşa Kızı Çilek olmuştur. Eskiden herkese yüksekten bakan Çiler, şimdi karnını doyurabilmek için o insanlarla yatıp kalmaktadır. Eskiden son moda elbiseler giyen Paşa Kızı Çiler şimdi üzerine giyecek yünlü entariyi zor bulmaktadır. Bir deri bir kemik kalmıştır. Artık eskisi gibi müşteri de bulamamaktadır. İşte, KÖTÜ SON!
Bütün bunlara rağmen Erol, Çiler‟i düştüğü bataktan kurtarmak için çareler aramakta ve çarenin fuhuşla mücadele olduğuna kanaat getirmektedir. O, fuhuşla gerçekten mücadele edilmesini istemektedir. Ona göre düşmüş kadın mutlaka kalkmak ister. Ona hemen damga vurulmamalıdır. Fuhuş ile mücadelede için üç önemli nokta vardır: Çaçalar, tefeciler, komiser muavinleri... Erol bir taraftan fuhuşla mücadele için çareler aramakta bir taraftan da “Ulan sersem şoför! Bu işler, bu ukalalıklar senin neyine!? Sen kendi yağınla kavrul, kendi derdinle yan!
Dünyayı düzeltmek, yanlış yollarda kılavuzluk etmek senin ne haddin be avanak!... dese de Çiler‟e olan aşkını sığınak göstererek ona yardım etme duygusundan hiç vazgeçmez.
Bu özellikler, Aka Gündüz‟ün hemen her romanında karşımıza çıkacaktır. Toplumun farklı kesimlerinden gelen insanları toplumsal sarsıntılar yüzünden acılar içinde kıvranırken yakalar o; romanlarındaki belli başlı tipler arasında; havai, zayıf ruhlu, akıllı, ciddi kadın ve erkekler, saf ve masumca sakin bir hayat yaşarken, yahut hayatta sığınacak bir yer bulmak için çırpınırken yoldan çıkarılan kızlar, iğfal edilen ev kadınları, keyif verici muzır maddelerin tesiriyle harap olanlar, bunlardan başka bilhassa büyük inkılâpta çalışan kahramanlar, fedakârlar ve Türk büyüklüğünü ve faziletini temsil edenler vardır.
Erol, roman boyunca düşüncelerini açıkça söyleyen, özeleştiri yapan,düşünce ve duygularından bahseden bir tip olarak karşımıza çıkar. Çiler‟le evlenip Ankara‟ya taşındıktan sonra şiir karalamaya başlamıştır. Hatta yağmur yağması için yazıp duvara astığı şiir (şiiri astıktan sonra yağmur yağar) onun mahalle arasında ün kazanmasına neden olmuştur. O da şairleştiğinin farkındadır. “Enine boyuna şairleştiğimin ben de farkındayım. Yalnız ban ne sembolik şair olabiliyorum ne de senfonik... Benim sesimden kafatasına inmiş bir bulut ahengi, benim kafiyemde sağrıya batmış bir çuvaldız sivriliği var. Yalnız karıcığımla karşı karşıya geçtiğim zaman lirik oluveriyorum. Eğer o akşam ev kalabalıksa şairliğim de komikleşiyor. Yalnız şu şairlik ister lirik, ister komik, isterse tiftik olsun karın doyurmuyor... diyerek hem kendinden hem de şairlik mesleğinden bahsetmektedir.
Günler mi, haftalar mı, aylar mı geçi? Zamanın öçüüne olursa olsun ben bir Abdühak Hamit tezadı içnde geçriyorum: Dopdolu bir boşuk ve bomboşbir doluluk içindeyim. Hayatım: Tembel romancının yarıda bıraktığı tatsız, fasılalı tefrikaya döndüm öyle yavanım ki... ? belki de bu bölüm roman içersinde bir insanın ruh halini tasvir eden en iyi bölümlerden biri!
Çiler Erol‟an hamile kalmış fakat çocuk istememektedir. Bu nedenle çocuğunu düşürmüştü. Çiler, bunun sebebini şöyle açıklar:
... Sen tamamen mazisin Erol. Bana her bakışında göz bebeklerinde bunu göüyorum. Sen her gün, her saniye benim mazimi yaşıyorsun. Onunla endişleniyorsun, onunla korkuyorsun. Yalnız mazimin çirkinliğni unuttun, yoksa mazimin... ah... daha ne söliyeyim, anlatamıyorum... ? diyerek çocuğu istemediğni söylemektedir.
Romanın sonunda Çiler intihar etmektedir. Belediyenin kuduz köpekleri ödümek için kullandıkları ilaç ile Erol‟n gözleri önünde kendini ödürür. Kendisinin artık insan olmadığını âdeta köpekleşiğni söleyen Çiler, bir insan gibi değl, bir köpek gibi ölmesi gerektiğni söyler. Erol, evdeki bir müşteri tarafından vurulur. Hastaneye kaldırılır. Onun aklında tek bir düşüce vardır: Çiler‟n temiz bir tarafının kaldığını kanıtlamak. Çiler‟n ölümü onun temiz tarafının galip gelmesidir. İşe bu nedenle hastaneden kaçar ve Aka Gündüz‟ün evine gelir. Ona gizli defterini teslim eder. Erol, bir namus davasının değl, bir hayat davasının peşinde koşuşur. Basit bir karı koca meselesi değl, bir cemiyet meselesinin içnde eriyip gitmişir. (bilgiyelpazesi.net/egitim_ogretim)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder